Ana içeriğe atla

Noel Baba

Bundan 10 sene önce Hollanda’ya gelip yerleştiğimde, Hollanda kültürüne dair bir çok unsur, gelenek, yaşam tarzı, vs. ilgimi çekmişti. Gelir gelmez Hollandacayı öğrenmek isteyeşimin sebebi de buydu: Hollandaca okumak ve Hollandalı'ları anlamak istiyordum. Derinlemesine öğrenmek, bir de Avrupalı'nın gözünden bakmak istiyordum yaşama, olaylara. Elbette bu anlama süreci -çoğunlukla- inişli, -ara sıra- çıkışlı bir süreçti. Her seferinde ‘aman da ne güzelmiş bu örfleri-adetleri‘ demedim.  Bir kuzey Avrupa ülkesinin kültürü bizimkinden çok farklı bir kültürdü, kendi ülkesine alışmış biri olarak yaklaşıyordum her gördüğüm, karşılaştığım ‘yeniliğe’ (bana göre ‘yenilik’ olan, onlara göre yüzyıllardır yaptıkları gayet olağan şey). İlk yıllarda bu farkları çoşku ile karşılamadım, takdir edemedim. 10 sene bu kültürle iç içe yaşayınca, bakış açım değişti ve bazı gelenekleri, görenekleri takdir ediyor ve ‘keşke ülkemde de buna benzer şu olsa, bu olsa’ diye geçiriyorum içimden. Buna bir çok örnek verebilirim vermesine de, bugün bahsetmek istediğim şu aralar güncel bir 'etkinlik' Hollanda’nın meşhur Sinter Klaas’ı...
Yolunuz bu aralar Hollanda'ya veya Belçika’ya düşerse zenci kılığına girmiş mavi gözlü, kırmızı rujlu ‘Piet’ leri, market ve dükkanlarda sıra sıra leziz çikolata harfleri farkeder ve her yerde yılbaşı melodilerini duyarsınız... Ve belki de otoyolda, yandaki arabanın içine kostümleriyle sıkış tepiş oturmuş noel baba kılığında bir adam ile yanındaki 3 'çakma' zenciyi... Veya Porsche’a binerken Noel Baba’nın şapkasının düşmesine şahit olabilirsiniz :) ('Ne? Porschesi olan bir adam Noel baba kılığına ve yanındaki güzel kız arkadaşı da Piet kılığına mı girmiş? !') Buna anlam vermek zordur: siz buna 'ne saçma', 'çocukça' deyin; ben de öyle demiştim. Bense size büyüklerin çocukları için organize ettikleri 'anlamlı bir gelenek' diye açıklayayım. 
Şu aralar bu Flaman diyarlarında (ve eskiden sömürge olan Güney Afrika, Aruba, Surinam, Curaçao, Bonaire ve Endonezya’daki) yaşayan çocukların kalpleri daha bir hızlı çarpıyor, ‘karınlarında uçuşan kelebeklerle’ şarkılar söylüyor, kendilerini mutlu hissediyorlar.  Sinterklaas ile yatıp onunla kalkıyorlar. 
Sinterklaas (Aziz Nikola) kasım ayının ortalarında (genellikle Cumartesi günü) geleneksel olarak her yıl Hollanda'ya bir gemi ile gelir. İspanya'dan geldiği söylenir ama bu 19 ncu yüzyılda yazılmış bir şiirden yanlış anlaşılmış bir bilgidir. Biz biliyoruz ki: Aziz Nikola’nın Patara’da, zengin bir ailenin oğlu olarak dünyaya gelmiş olduğu yolunda başka bir inanış vardır: evi de bizim Demre (Myra)’dedir. Zamanında çok seyahat etmiş, denizcileri birçok kazadan dualarıyla korumuş, hasta çocuklara, mahkumlara ve denizcilere yardım etmiş olduğuna inanılır. Sinterklaas karakteri, daha sonraları 17nci yüzyılda yeşil bir cübbeye bürünmüş mutlu bir adam olarak betimlenen bir başka figür ile birleşmiş ve bugünkü atıyla gezen ve çocuklara hediye dağıtan Flaman Sinterklaas figürü oluşmuştur. Daha sonra kısmen bu figürden Amerika’nın Ren Geyikli Santa Claus'u 'türemiş'. Farkını belirttikten sonra bu yazının devamında  Sinterklaas’a bize daha tanıdık gelsin diye Türkçe Noel baba diyeyim, siz bilin ki bunlar aslında farklı figürler (www.gezikolik.comwww.wikipedia.org).
Bu geleneği kısaca anlatayım ve asıl anlatmak istediğim aslında başka, -lafı da uzattım- ona da gelicem...  
Nasıl kutlanıyor?
Noel baba atıyla, gemisiyle her sene başka bir şehre geliyor ve o şehrin valisi tarafından karşılanıyor, çocuklar tüm sene uslu durdukları için, onlara hediyeler getiriyor. Geleneksel olarak, Noel baba ülkeye vardıktan sonra 5 aralık tarihine kadar, çocuklar yatmadan önce, şömine bacasının yanına veya sokak kapısının önüne (veya balkon da olabilir) ayakkabılarını koyuyorlar. Yanına bir havuç, bir kase su veya saman da koyuyorlar ki Noel baba atıyla gelince, hediye dağıtmaktan yorulan atı ‘Amerigo’ biraz birşeyler atıştırsın, susuzluğunu gidersin. Ertesi sabah ayakkabının içinde şeker, çukulata harf ya da küçük bir hediye buluyorlar. O akşam anne ve babalar arasında uyumadan önce şöyle bir konuşma geçebiliyor: 
- ‘Hediyeyi ayakkabıya koydun mu?’ diye soruyor baba, 
benim gibi olaya ‘Fransız kalmış’ ecnebi anne ise
- ‘Tabii ki de hayır, ya biri alırsa, saati kurup 6.00 gibi koyarım’ diyor.
'Has' Hollandalı eş:
- ‘Birşey olmaz, kimse almaz, hazır olsun’ diyor. 
Gidiyor hediyeyi yerleştiriyor, gecenin bir vakti ayakkabıdaki havucu yiyor, suyu da içiyorum :) (Allah'tan şimdiye kadar saman koymadı bizim kız :-) İyi ki hazırlamışım diyorum, çünkü bizimkisi gece 3.00’de uyanıyor: 
- ‘Asansörü duydum, acaba noel baba olabilir mi, bir bakalım’ diyor 5 yaşındaki kızımız... 
Biraz heyecan, biraz mutluluk ve biraz da korkuyla karışık: zihinde şekillendirmek kolay değil, koca at taa dördüncü kata çıkacak! Benim korktuğum gibi kimse o hediyeye dokunmuyor, çünkü tüm ülke birbiriyle anlaşmış! Bir ‘consensus’ var, oyun-moyun ama bir birlik-beraberlik var ülkede! Oyunun kuralları var, ona da uyuluyor. Kıskanıyorum bu birlik oluşlarını, 'biz neden yapamıyoruz?'!
6-7 yaşına kadar tüm çocuklar buna inanıyor ve şimdi bahsedeceğim şey beni gerçekten çok etkiliyor, büyülüyor: tüm ülke, -küçük bir ülke falan ama olsun- 15 milyon insan hepsi bu ‘oyunu oynuyor’. Bıkmadan usanmadan, atlamadan, her sene... Yaşlısı genci... ‘Ne kadar çocukca’ demeden, içten oynuyorlar ve çocukları, torunları, kuzenleri, komşu çocukları adına mutlu oluyorlar. Sadece bu iki ay süresinde oynatmak üzere filmler çekiliyor (bir örneğini aşağıda veriyorum). Sokakta bu konu ile ilgili küçüklerle sohbet ediyorlar. Çocuklarla empati kurabiliyorlar, neden? e vaktiyle onlar da aynısını hissetmişler; tabii bu gelenek uzun süredir devam ettirildiği için jenerasyonları birbirlerine yaklaştırıyor, bir ortak duyguyu paylaşıyorlar, birbirlerini anlıyorlar. 
Bir Allah’ın kulu da, afacan bir çocuk, gidip de kendinden küçüğe ‘var ya Noel Baba aslında gerçek değil’ demez mi? Demiyor: bu önemli bir nokta! 
‘Aa ne ayıp çocuklarını mı kandırıyorlar yani?’; benim ilk düşüncem buydu: ‘Yazık değil mi çocuklara, bu peri masalları ile büyütüyorlar!’ demiş ‘vah vah’ yapmış ve bu oyunun bir parçası olmayı (!) reddetmiştim. Hollandayı tanıyan bir Türk arkadaşım bana ‘çocukların farklı bir dünyası var, hayal aleminde yaşıyorlar, onların hoşuna gider’ deyip bana da bu oyuna katılmamı önermişti. Yıllar sonra anladım, haklıydı, işin içinde de başka bir güzellik vardı, farkettim ki bu aslında müthiş bir olay, büyük bir organizasyon. Büyüklerin aksatmadan her sene çocukları için şevkle organize ettikleri bir gelenek. 
Bizim de çok anlamlı bir bayramımız var; 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı. Gururla bahsettiğim, çok önemsediğim bir bayram, çok önemli anma günümüz. Tabii işin içinde büyük bir organizasyon kısmı da var. Yurtdışıyla yaptığımız bağlantıyı elbette takdir ediyorum. Ve fakat, kanımca, bizim durup biraz düşünmemizi gerektiren bir şey var ki, belki bu Felemenklerin 5 aralığından birşeyler öğrenebiliriz. 
'23 nisan’da ne yapıyoruz biz, çocuklarımıza ne tür bir mesaj veriyoruz? Şöyle değil mi: ‘Hadi siz gösteri yapın, bize bir şeyler hazırlayın’, ‘çığıra çığıra şiirler okuyun, biz de alkışlayalım’, ‘başbakanın koltuğuna oturun, büyük laflar edin, biz de gülelim’, ‘vay be, ne zeki çocuklar’ diyelim, ‘göğsümüz kabarsın, gururlanalım’.
Umarım yanlış anlaşılmadan demek istediğimi anlatabilirim. Buranın 5 aralığında sanki kendiliğinden olan birşeymiş gibi bir durum var. ‘Bak biz sizin için neler hazırlıyoruz, sizi eğlendiriyoruz’ ‘ne kadar değerli büyükleriz biz’ de değil... Nasıl anlatmalı bunu? Nasıl batırmalı çuvaldızını kendimize?
Bu gelenek için koca koca adamlar, ünlü oyuncular, gazeteciler, valiler, televizyoncular hepsi bir araya geliyorlar, bir katkıda bulunuyorlar. Ya vali Noel babayı karşılıyor, ya ünlü bir isim zenci kılığına veya başka 'komik' bir role giriyor, 'karizma'sı umrunda bile değil :-) Porsche'dan bu halde çıkıyor (bu arada belirteyim, evet, maalesef kölelilk ile ilgisi var bu zencilik meselesinin. Ve zencilerin yapmasını da bilhassa istemiyor Hollandalılar ki ayrımcılığı devam ettiriyorlarmış gibi olmasın diye. Neyse, o ayrı bir mesele). 
Örneğin bu 3 haftalık süreçte sırf çocuklara özel ‘noel baba ajansı’ oluyor. Noel babanın ve yardımcıları ‘Piet’lerin şu an ülkede neler yaptığını, her sene olduğu gibi (!) bu sene ne gibi ‘aksilik’ler çıktığını ve bunu nasıl çözdüklerini anlattıkları, yardım gerekiyorsa yardım istedikleri, çocuklara özel akşam haberi hazırlıyorlar. Ve çocuklar bu akşam haberlerini izlemek için ekran başına geçiyorlar, saatini biliyorlar, takip ediyorlar. Bir haberi kendi istekleri ile takip etme 'becerisi' gelişiyor. Bu arada hemen belirtmek isterim ki ‘çocuklar eğitilsin’ gibi bir amaçla da yapmıyorlar, bu kendiliğinden oluyor. Yani, maalesef kendi ülkemde çok karşılaştığım ve eleştirdiğim ‘didaktik kaygılar’ ile yapılmıyor da, kendiliğinden öğretici oluveriyor. Çocuk anlıyor zaten, kör gözüm parmağına gerek yok. 
Bir başka örnek bu Piet’lerin çeşitli tipleri var: ‘baş Piet’, ‘oyuncu Piet’, 'hediye Piet', 'şekerci Piet' vs. Tabii 'Piet'ler çok atletik tipler olmak zorundalar; çatıya çıkıyorlar, hediyeleri bacadan getirebilmeleri gerek. Örneğin bu sene ajansda tekerlekli sandalyeli Piet'den bahsediyorlardı, çatıya çıkamıyor. Öyle bir anlatıyorlar ki haberlerde, ‘tekerlekli sandalyeli olabilirsin ve de aklını kullanarak çok şey yapılabilirsini’ öğretiyorlar. Ve yine, bahsettiğim gibi kör gözüme parmağı sokmadan :)  
Çocuklar önceden belirledikleri hediyeleri bir liste halinde yazmış, hazırlamış ve vaktiyle Noel babadan 'istemiş' oluyorlar. Anne babalar da bu üç hafta sürede, ellerinde listeler, resimler, bütçelerine uygun, bunlardan bir veya birkaçını almış, gizlice çuvala doldurmuş ve bir yere saklamış oluyorlar. Benim kain-validemin vaktiyle yaptığı gibi oğlunun son dakika isteği için Noel babayı telefonla arayıp (!), ısmarlayanları da çıkabiliyor :)
Elbette torunu, ailede çocuk olmayanlar, gençler de var. Onlar da işin hediye kısmını, bir başka gelenekle beraber devam ettiriyorlar: şiirler hediyelere eşlik ediyor, birbirlerine şiir yazıyorlar. Bunlar genellikle kötü alışkanlıklarına, karakterlerine takılan mizahi şiirler oluyor. Çocuksuz olan toplantılar da çoğunlukla Noel baba ülkeyi terk ederken yani 5 aralık akşamı (‘paket akşamı’) herkes ailesi ile kutlarken oluyor (veya Amerikan usulü noelde). 
Peki 5 aralık akşamı çocuklu evlerde ne oluyor? Komşudan rica ediliyor ki akşamüstü kapıya sertçe vursun :) Hani masusçuktan Piet gelmiş hediyeleri bırakmış ve kaçmış. Bir çuval dolusu (sadece çocuklar değil büyükler için de) hediye kapıda bulunuyor.
Velhasıl hediyeler açılıyor yemek yeniyor. Çocuklar yorgun, büyükler mutlu... 
Ve benim gibi dışarıdan bakan biri de imrenerek kendi kendine soruyor, ‘hangi akşam bizim ülke 'bir' oluyor?’ ama herkesi kastediyorum, yaşlısı, çocuğu, genci, kadını, erkeği, ‘inanan’ı, ‘inanmayan’ı, işte biliyorsunuz ya ‘bizler’i, ‘onlar’ı... 'Acaba birlik olabilmek için arada sırada çocuksu duygulara yer açmak, oyun mu oynamak gerekiyor?' Sürekli 'büyük olmak', 'ciddi meselelere' bu kadar yoğunlaşmak iyi gelmiyor mu bize?
Gönül ne Noel Baba ister, ne oyun, ne de hediye... Maksat birlik olalım, bütün bu ritüeller, gelenekler bahane...




Film: Bennie Stout
   

Çocuklara özel Noel Baba akşam haberleri
    



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Dünya Kadınlar Günü Yazısı:‘Benim Tek Kişilik Mutfağım’

Yemek yapardım yapmasına da, mutfağı ezelden beri sevmezdim... Son 3 yıldır, iş yoğunluğunun azalmasıyla ve zon zamanlarda bu konudaki bilinçlenmenin de etkisiyle, mutfakla aram düzelmeye başladı. Her hafta gelen ekolojik meyve-sebze paketi sayesinde de işi iyice ilerlettim: Hollandalıların bile unuttuğu, bu yöreye has sebzeleri de pişirmeyi deniyorum.  İşin güzel yanı şu ki: mutfağa girip de bir konsantre oldum mu, 4 metrekarelik mutfak 40 metrekare olur, onlarca kadınla dolar, bana yardımcı olurlar ve ben, giderek artan yalnızlığımı, unutur gibi olurum.  Börek mi yapıyorum? Sema teyzemin şen sesiyle ‘iki kat yapıyorum’ dediğini duyar, 1 kat daha yufka eklerim, kıtır kıtır olsun diye. Sema teyzem öyle yapıyormuş deyip sosa mısırözü yağı katar ve börek içine kırmızı biber doğrarım.  Yufkanın sosunu hazırlarken  ‘süt de olur, yoğurt da evde ne varsa kullanabilirsin, kızım’  diyor annem yan taraftan... Soğanları soyarken, soğana ‘sovan’ diyen Karşıyakada’ki alt komşumuz,

Dünya Anadili Günü

Bugün 21 şubat Dünya Anadili Günü. Bir yandan ‘şu günü bu günü diye #günuydurmayın diyenlere hak veriyor, öte yandan ‘Ama anadili önemli mesele canım’ diyorum. Sormayın, pek dertliyim bu konuda!  İnternette bu günün anlam ve önemi hakkında yazılanları okumak için ‘googlelarken’ kendi kendime bir yandan ‘Allah bilir bu günü Türklere bir kulp bulmak için uydurmuşlardır’ diyerek komplo teorisi kuruyordum ki dakka: 1, gol: 1... ‘Voila’: Haberdiyarbakır’da Türkiye’nin bu konuda ne kadar hassas (!!!) olduğunu yazdıklarını buluverdim!  ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------ Hollanda’da arada sırada Türkiye ile ilgili televizyon programları olur ve ben her seferinde safça, ilgiyle izlemek isterim. Maalesef nadiren iyi birşey çıkar. İyi beyaz adamın niyeti, yanlış yapan doğulunun hatalarını ele almak, onu eğitmek ve daha iyi bir dünya yaratmaktır! Tamamen iyi niyetli bir girişim yani! Yaklaşık bir yıl önce