Ana içeriğe atla

Dünya Anadili Günü

Bugün 21 şubat Dünya Anadili Günü. Bir yandan ‘şu günü bu günü diye #günuydurmayın diyenlere hak veriyor, öte yandan ‘Ama anadili önemli mesele canım’ diyorum. Sormayın, pek dertliyim bu konuda! 
İnternette bu günün anlam ve önemi hakkında yazılanları okumak için ‘googlelarken’ kendi kendime bir yandan ‘Allah bilir bu günü Türklere bir kulp bulmak için uydurmuşlardır’ diyerek komplo teorisi kuruyordum ki dakka: 1, gol: 1... ‘Voila’: Haberdiyarbakır’da Türkiye’nin bu konuda ne kadar hassas (!!!) olduğunu yazdıklarını buluverdim! 
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Hollanda’da arada sırada Türkiye ile ilgili televizyon programları olur ve ben her seferinde safça, ilgiyle izlemek isterim. Maalesef nadiren iyi birşey çıkar. İyi beyaz adamın niyeti, yanlış yapan doğulunun hatalarını ele almak, onu eğitmek ve daha iyi bir dünya yaratmaktır! Tamamen iyi niyetli bir girişim yani! Yaklaşık bir yıl önce (nisan 2011) VPRO kanalında Bram Vermeulen adlı gazetecinin hazırladığı yine bu çizgide bir program canımı sıkmıştı. Kimdir Vermeulen? Hollandalı bir gazeteci. 2008‘de yılın gazetecisi seçiliyor. 2009‘da Güney Afrika’dan Türkiye’ye geçiyor, Türkiye’de Türkçe öğreniyor ve ‘In Turkije’ (‘Türkiye’de’) başlıklı, 7 bölümlük bir belgesel hazırlıyor. Programın içeriğini tahmin edebilirsiniz; malum, batılıların ağızlarına pelesenk ettikleri ‘sorunlar’ üzerinde dönüp dolaşıyorlar... İstanbul'da yaşayan azınlıkların sözde sorunları anlatılıyor. Vay efendim Türkiye’deki azınlıklar anadilini konuşamıyorlarmış, öğrenemiyorlarmış ve buna benzer bir takım başka pseudo-sorunlar... Yine sapla samanın birbirine karıştırıldığı bir program olmuş. İnanılmaz sinirlendim, ertesi sabah sözkonusu kanala telefon açtım. Vatanımdan ve şehrimden bahseden programa dair çok büyük bir hayal kırıklığına uğradığımı, Türkiye’de azınlıkların problemleri olarak bahsettikleri (iddia ettikleri) meselelerin asıl biz Hollanda’da yaşayan Türkler için geçerli olduğunu söyledim. Kızıma Türkçe okuma yazma öğretecek doğru düzgün bir okul bulamadığımdan, anadili eğitimini alamadığından bahsettim. Vaktiyle müfredatta olan anadilde eğitime, yabancı çocukların Hollandaca öğrenmelerine engel olduğu gerekçesiyle, 2004'de son verilmişti de! Yetmezmiş gibi, okullarda yabancı (Türk) çocuklarının kendi aralarında anadilinde (Türkçe) konuşmaları da yasak! 
... ve burnumuzun dibinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi...




Yazımı dinlemek için itunes'dan bulabilir veya bu videodan dinleyebilirsiniz:



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Dünya Kadınlar Günü Yazısı:‘Benim Tek Kişilik Mutfağım’

Yemek yapardım yapmasına da, mutfağı ezelden beri sevmezdim... Son 3 yıldır, iş yoğunluğunun azalmasıyla ve zon zamanlarda bu konudaki bilinçlenmenin de etkisiyle, mutfakla aram düzelmeye başladı. Her hafta gelen ekolojik meyve-sebze paketi sayesinde de işi iyice ilerlettim: Hollandalıların bile unuttuğu, bu yöreye has sebzeleri de pişirmeyi deniyorum.  İşin güzel yanı şu ki: mutfağa girip de bir konsantre oldum mu, 4 metrekarelik mutfak 40 metrekare olur, onlarca kadınla dolar, bana yardımcı olurlar ve ben, giderek artan yalnızlığımı, unutur gibi olurum.  Börek mi yapıyorum? Sema teyzemin şen sesiyle ‘iki kat yapıyorum’ dediğini duyar, 1 kat daha yufka eklerim, kıtır kıtır olsun diye. Sema teyzem öyle yapıyormuş deyip sosa mısırözü yağı katar ve börek içine kırmızı biber doğrarım.  Yufkanın sosunu hazırlarken  ‘süt de olur, yoğurt da evde ne varsa kullanabilirsin, kızım’  diyor annem yan taraftan... Soğanları soyarken, soğana ‘sovan’ diyen Karşıyakada’ki alt komşumuz,

Noel Baba

Bundan 10 sene önce Hollanda’ya gelip yerleştiğimde, Hollanda kültürüne dair bir çok unsur, gelenek, yaşam tarzı, vs. ilgimi çekmişti. Gelir gelmez Hollandacayı öğrenmek isteyeşimin sebebi de buydu: Hollandaca okumak ve Hollandalı'ları anlamak istiyordum. Derinlemesine öğrenmek, bir de Avrupalı'nın gözünden bakmak istiyordum yaşama, olaylara. Elbette bu anlama süreci -çoğunlukla- inişli, -ara sıra- çıkışlı bir süreçti. Her seferinde ‘aman da ne güzelmiş bu örfleri-adetleri‘ demedim.  Bir kuzey Avrupa ülkesinin kültürü bizimkinden çok farklı bir kültürdü, kendi ülkesine alışmış biri olarak yaklaşıyordum her gördüğüm, karşılaştığım ‘yeniliğe’ (bana göre ‘yenilik’ olan, onlara göre yüzyıllardır yaptıkları gayet olağan şey). İlk yıllarda bu farkları çoşku ile karşılamadım, takdir edemedim. 10 sene bu kültürle iç içe yaşayınca, bakış açım değişti ve bazı gelenekleri, görenekleri takdir ediyor ve ‘keşke ülkemde de buna benzer şu olsa, bu olsa’ diye geçiriyorum içimden. Buna bir çok ö